Loading...

Merhaba,

Benim görevim,  insanları bilinçlendirmek, uyandırmak (illuminati) olmak! 






Ego ve Ruh

Ego der ki; Hayır.
 Ruh der ki; Evet.

 Ego der ki; Alamazsın, yapamazsın, başaramazsın.
 Ruh der ki; Alabilirsin, yapabilirsin, başarabilirsin.

 Ego der ki; Değiştiremem. Değişim korkunç.
 Ruh der ki; Değişim sevginin bir göstergesidir. Değişim,yaşamının çeşitliliğidir. Senin ölümün değil.

 Ego der ki; Yetersizim.
 Ruh der ki; Yeterlisin seni Tanrı yarattı ve sen her şeyi yapabilirsin.

 Ego der ki; Bu senin hatan.
 Ruh der ki; Bu başkalarıyla ilgili değil. Karşındaki senin bilincinin yansımalarıdır.

 Ego der ki; Sevgi dışarıda, sevgi sınırlı ve karşılıklı, sevgi duruma bağlı,kaybolabilir.
 Ruh der ki; Sevgi içinde, sevgi sınırsız. Sevgi ölümsüz ve sevgi tek gerçek.

 Ego der ki; Her şey kişisel;iyi ya da kötü.
 Ruh der ki; Hiçbir şey kişisel değil.Her şey ne ise o;iyi ya da kötü yapan senin algılayışın.

 Ego der ki; Zavallı ben. Ben kurbanım.
 Ruh der ki; Kendi gerçeğini sen yaratıyorsun. Yaşadığın her şey ruhunun seni uyandırma çabası.

 Ego der ki; Zihnine güven.
 Ruh der ki; Kalbine güven.

 Ego der ki; Her şeyi bilmek istiyorum.
 Ruh der ki; Bilmen gerekenler çevrende sen sadece kabul et.

 Ego der ki; Asla yeterli değil.
 Ruh der ki; Her şeyden yeteri kadar var.Her an sevgiyi hisset.Kendi zihninde kendi kişisel cennetini yarat, sonra çevrendeki cennetin farkına varacaksın.




Dışına Çıkmak


Dikkat etdiniz mi? Belli bir bir senaryoyu oynuyoruz. Bütün gününüzü düşünün; Bugün ne yaptınız? Normalin dışında ne oldu? Neyin farkına vardınız? Hiçbirşeyin… Herşey ezbere oynanıyor; Hayat boşa akıyor…


Sabah kahvaltı yaparken aklınızda ne vardı? Doğru düzgün hatırlamıyorsunuz bile! Tek gerçek kahvaltı yapılırken o zamanın bir daha geri gelmeyeceği. Ne zaman kahvaltı yaparken sadece o anki tadı düşündünüz? Bu hayatın, size o durumun güzelliğini ispatlaması için Kahvaltı yapamayacak duruma sokması mı gerekiyor?

Ailece izlenen güzel bir dizi, o ortamın tadını aldınız mı? Hayır! Alamazsanız çünkü aklınız başka yerlerdeydi. Emin olun o ortamdaki kişilerden birisi ölürse o durumun tadının nasıl Bir şey olduğunu anlayacaksınız. Fakat; Herşey geçmiş olacak. İşte Ego bu kadar güçlü; Bu hayatın en basit güzelliklerinden bile sizi yoksun kılıyor. Hayatı yaşamanıza izin vermiyor! Belli bir senaryoyu oynuyorsunuz ve farkında değilsiniz. Önce kendinize gelin, çevrenize bir bakın. Bu yazıları okuduğunuz odayı inceleyin acaba en son ne zaman dikkatli baktınız? Bilinçli insanın yeniden doğuşuna tanıklık edin ve kendi gücünüzü hissedin Milyonlarca İnsan çok büyük bir hastalıkla  boğuşuyor ama farkında değiller. Ego tüm bedenlerini sardı ve bu durum onlara hayatın bir parçasıymış gibi geliyor. Onlar sadece Acı Bedeni yaşıyorlar ve hiçbirşeyin farkında değiller!




                                                               Reenkarnasyon 

Dünya boyutunda tatmak zorunda kaldığımız Ölüm aslında bir aldatmacadır. Gerçekte Ölüm diye bir şey yoktur. Çünkü var olan Enerji hiçbir şekilde yok edilemez. Enerji sadece Şekil değiştirir.
Ölen (İşlevini kaybeden) yaşarken kullandığımız bir araç olan Fizik Bedendir. Fizik Bedenin duvarları arasında yaşayan gerçek Biz, yani Öz, yani Yüksek Benliğimizin kendi Öz Parçası, Ölümsüzdür.
Ölüm anında her şey aydınlanmaya ve parlamaya başlar. Kaba madde yoğunluğundan ve ızdırabından çıkılır, hafifler ve yükseliriz. Derin bir mutluluk, huzur ve asudelik hissedilir. Ucunda parlak bir Işık olan tünelden hızla çıktığımızı algılarız.
Önce Tüm Bilincimize, Aklımıza ve Duygularımıza sahip Işık varlık (Işıktan mini bir top veya kristal bir küre şeklinde tarif edilir.) haline dönüşür ve Her şeyin Beyaz Işık tonları olarak algılandığı bir Enerji Aleminin içine dalarız. Sonra Mevcut Bilincimizin gücü seviyesinde, seyyal Eterik maddeden kendimize beden ve kıyafetler yaratır, çevremizi de tahayyülümüze göre oluştururuz.

Dolayısıyla Ölen kişi artık kaba madde Dünyasının kendi yeri olmadığını anlar. Ölen kişi, fiziksel olarak öldüğünü tam olarak idrak ettikten sonra (Genelde Fizik Bedenin toprağa verilmesinden sonra) Spadyum tarafından çekilmekte, İnsan kendini karşılayan Hami dostlarıyla-Yakınlarıyla beraber Spadyum' un kendi frekansına uygun katına ulaşmaktadır.
Orada geçmiş yaşantısını Rehber varlıklarla beraber irdelemekte, aldığı ve alamadığı dersleri gözden geçirmektedir. Dünya' da Bedenli iken yaptıkları kendi Vicdanında kötü izler bıraktıysa üzülmekte, pişman olmaktadır. Eğer negatifleri fazla ise uzun süre dinlendirilerek, yeni enerji takviyeleri yapılarak arındırılmaktadır. Yaptıkları olumlu ise sevinç ve mutluluk duymakta, Üst Varlıklar tarafından daha ileri seviyeler için bilgilendirilmekte, desteklenmekte ve hazırlanmaktadır.
İnsan , Spadyum da mevcut Bilinci nispetinde ; etrafındaki rehberlerin, eğiticilerin, dostların, birlikte olduğu diğer varlıkların ve çevresindeki Düzenin farkına varmakta ve Bilinç seviyesi yeterli ise buraları dolaşmakta, diğer varlıklarla temas kurmaktadır. Yine Bilinci yeterli ise bir alt katman Varlıklarına yardımcı olmaktadır. Ayrıca orada kaldığı sürece de Kendisi de devamlı eğitilerek, gelecek yaşam planlarının seçimini ve hazırlıklarını yapmaktadır.
Spadyum da, alevlerin ve zebanilerin yer aldığı bir CEHENNEM ile Hurilerin içki sunduğu, Mensuplarının yan gelip yattığı bir CENNET bulunmamaktadır. Ancak bunlara veya başka şeylere inanarak yaşayan bir İnsan öldüğünde, İnandığı ortam çevresini sarmaktadır. Rehber varlıkların ve Yakınlarının telkinleri sonucunda, Bu ortamı kendi zihninin yarattığını algılayarak uyanması -Bilincine bağlı olarak- uzun bir süre almakta, Kişi de Evrim yolunda zaman kaybetmektedir.







Bilinç ve bilinçaltı


Eğer golf topu büyüklüğünde bilince sahipseniz,bir kitabı okuduğunuzda, golf topu büyüklüğünde anlayışa sahip olursunuz. Dışarı baktığınızda, bir golf topu büyüklüğünde farkındalık,ve sabah uyandığınızda, bir golf topu büyüklüğünde uyanıklılığınız olur. Eğer o bilinci genişletebilseniz;bu durumda okuduğunuz kitabı daha fazla anlar,daha fazla farkındalıkla dışarı bakar,ve uyandığınızda daha fazla uyanıklık içinde olursunuz. Bu, bilinçtir.ve her birimizin içinde saf, titreşim halinde bir bilinç okyanusu var ve bu bilinç okyanusu, zihnin kaynağında ve temelinde, düşüncenin kaynağı ve tüm maddenin de kaynağıdır.

Gerçekte, gördüğümüz şekilde bir madde yoktur,Tüm madde, kaynağını, bir atomun parçacıklarının titreşimine neden olan,küçük bir güneş sistemine benzeyen atomu bir arada tutan kuvvetten alır. Bu gücün arkasında bilinçli ve akıllı bir zihnin varlığını varsaymalıyız. Bu zihin, tüm maddenin matrisidir. – Max Planck. Madde, işe başlamak icin güzel bir noktadır.Dünyamızın katılığı tartışılmaz gibi görünür.Tuttuğumuz, kavradığımız her şey ve bedenimiz bize maddenin katı olduğunu hatırlatır.Fakat, Einstein’dan başlayarak modern fizik,bize tüm bu madde dünyanın aslında bir illüzyon, serap olduğunu gösterdi .Tüm fiziksel madde, etrafımızdaki her şey, bir frekansın sonucudur.Ve bu, şu manaya da gelmektedir, eğer frekansı artırırsanız, maddenin yapısı değişecektir. Kendi kendine var olmak nedir? Sistem aslında bir hologramdır, ben buna süper hologram diyorum.Onun içerisindeki herşey, hologramın bir dışavurumudur. (ifade edilmesi, açığa çıkmasıdır)Bu, bir hologramın muhteşem özelliklerinden bir tanesidir ki;holografik bir resmin her bir kısmı, bütünün daha ufak bir versiyonudur.realite o kadar birleşiktir ki;küçük bir kısma baktığınızda, diğer parçaları ve onları kapsayan bütünü görürsünüz. Bunun anlamı, aslında gerçekliği bölemezsiniz,çünkü, bir hologramı böldüğünüzde, bir parça bulmuş olmazsınız,çünkü, o parça, daima bütünün bir yansımasıdır.Bir hologramda, tüm model, desen bir bütündür ve kendisine göre eksiksizdir.ve eğer, herhangi bir küçük kısmı, bu bütünden alır ve onu yakından incelerseniz,tüm modelin kendisini tekrar, tekrar ve tekrar ettiğini göreceksiniz.Bu modelin herhangi bir yerinde, bu küçük hologramların herhangi birinin küçük bir görünüşünü, bir yönünü değiştirecek olursak;bu değişim tüm sistemin değişmesine neden olacaktır. [Kuantum fiziği, ustaların bildiğini gözler önüne serdi: “Madde yoktur”.Madde kavramı, ona destek veren bir felsefeyle ortaya çıkmıştır.Ve o görüşten, bilimin madde görüşü oluştu.İşin gerçeği, evrenin aslı bilinçdir.Evrenin aslının madde olduğu inancı, korku, hırs, aç gözlülük gibi ayrımlara yol açmaktadır.

İnsanlar umutsuzca, maddi bir şeyler toplayarak zengin olmaya çalışıyor,ve buna özeniyorlar.Evrenin aslı bilinç ise, aslında önemli olan davranışlardır.Eğer korku hali içine girerseniz,korku; yoğun, çok yavaş bir titreşimsel haldir.Daha fazla korkunuz oldukça,Küresel oyuncular,bizi daha da korkutmak için, stresli olmamız için,gelecek hakkında endişelenmemiz ve geçmiş hakkında suçluluk duymamız tüm toplumu, çevreyi yapılandırıyorlar.ve böylece şu anı unutmuş oluyorum.Bu, bizi, düşük, yoğun titreşim haline yöneltir.Gelecek hakkında neye inandığımıza çok dikkat etmeliyiz,Bir inanç sistemine ne kadar bağlanılırsa, o kadar artacaktır. Eğer realite holografikse, siz onun oluşumuna yardım ediyorsunuz Ve büyük Edgar Cayce şöyle demişti: Her bir düşüncemiz, o düşünceden inşa edilmiş olan realitedir.ve her bir düşüncemiz, o bağlantılı realiteyi inşa etmeye başlar. Her bir düşünce, sürekli ağ ören örümceğin, ağı ören cihazı gibidir.Bilgi, temeldir, anahtardır.Çünkü bu matris, gerçek olarak düşündüğümüz bu illüzyon realite,insanlar, “matris nedir?” diye soruyorlar. Cevap, o, bilgidir.Bilgi, fraktalları yaratır. Bilgi aktıkça ve matematiksel olarak konuşursak,fraktalları oluşturdukça, bu etki alanı artar.Bu, matematikçi Gordon tarafından gösterilmiştir. Fraktallar tahmin edilemeyen fonksiyonlardır.Böylece, giderek daha da tahmin edilemez olurlar. Fraktallar ve kaos teorisine girmeye başladığınız zaman,toplumun koşullarına baktığınızda, dünyayı negatif yönde yöneten güçlerin,kaos hakkındaki düzen ve felsefeleri ile karşılaşırsınız.Bunda, bir gerçeklik payı vardır.Sistem büyük bir dengesizliğe ulaştığında,ani beklenmeyen değişimlerle, daha yüksek bir karmaşıklık seviyesinde, kendi kendine tekrar organize olacaktır. Atomaltı boyutta gerçeklik, onu gözleyenin beklentisi yönünde hareket eder,bilim adamının ölçümleri de tutarlıdır.Evrendeki herşey, atomaltı kuvvetlerin dengesidir.Atomların parçacıkları, muazzam boş alanda ışık hızlarıyla dönerler.ve parçacıklar maddesel objeler değillerdir.

Parçacıklar, enerjinin ve bilginin muazzam bir boşlukta dalgalanmasıdır.Bilimin şimdi gösterdiği şey, alanı değiştirirseniz, içerisindeki atomu, atomları da değiştirirsiniz.Biz de atomlardan meydana geliyoruz,kalbimizdeki duygular ile alanı değiştiriyoruz,herşey birbirinine bağlı olduğu için, tam anlamıyla fiziksel gerçekliğimizi de değiştiriyoruz.Bu, içinde yaşadığımız gerçekliği, bir kez oluşturduğumuzda,fiziksel bedenimizin yapısı biyolojik bir bilgisayar,ve bizim varlığımızın temeli bilinçtir.Ardından, bu dünyanın yapısına, nasıl işlediğine,yaptıklarınızı neden yaptığınıza bakmaya başladığında,birden, dünyanın bu yapısının neden böyle olduğu tüm berraklığı ile açığa çıkar,Çünkü, insanlar gözleriyle bakarlar ve bunun dünya olduğunu düşünürler.Fakat, öyle değildir.O; sınırsız enerjinin, sınırsız frekans aralıklarının içerisindeki ufacık, ufacık bir frekans aralığıdır.Aslında, holografik bir TV kanalı gibidir.Evreni oluşturan temel yapıyı yaratan aslında bilinçtir. Biz olmadan var olan bir evren düşünemiyorum,Çünkü bizim rolümüz, etrafımızdaki dünyayı gözlemlemektir ki,bu, içinde yaşadığımız, algıladığımız evreni yaratmaktadır.Evrenimizin neye benzediğini araştırmamıza rağmen,hiçbir zaman evrenin sınırlarını bulamayacağız, hiçbir zaman en küçük parçacığı bulamayacağız.Kuantum dünyada görülen, bizim neyden oluştuğumuzdur. Çünkü, baktığımız her yerde, bilinç, birşeyin orada olacağı ümidiyle keşif yapmaktadır.Bu keşif, bakma-gözlemleme hareketi, görmek için yapılan baskıyla, bir şeyler yaratma rolüdür. Ve, yaşadığımız her an evreni var ediyoruz.Bilinç, evrenin programlama dilidir.Biz, bilincin orkestra şefiyiz, ne yaparsak, biz oyuz. Bilinç, bizden ortaya çıkanla başlar.Biz oluşturucularız, bu gezegende hedeflenen tekliğiz,çünkü sadece, diğer herkesin yaptığı gibi, biz realiteyi amaçlayan tekliğiz.

Eğer beyninizi kapatırsanız, medya illüzyonunun ana görüşüne çekilirsiniz.Kullanıldığımızı anlamak zorundayız, çünkü realiteyi oluşturuyoruz,ve belirli bir şekilde ayarlanmış gibi suretteyiz ve belirli bir şekilde hareket ettiriliyoruz. Bu durumda, yaratma bizim değil bir başkasına ait oluyor.Bu odadaki herkese realiteyi kontrol ettiklerini söylesek, kim destekler? Ben bir realite ve kuantum fiziği hakkında konuşuyorum,ben şeylerin kuantum seviyesinden, moleküler seviyesinden, kuarkların seviyesinden kontrol edilmesini ele alıyorum.Kelimeler kullanılarak hack edilmeye elverişli bir işletim sistemi sistemi hakkında… Dünya, bir eğlence treni gibidir.Devam ettikçe onun gerçek olduğunu düşünürsün, çünkü gözleriniz çok etkilidir. İnişleri, çıkışları, dönüşleri ile, parlak renkleri ve gürültüsüyle,trene binmek bir süreliğine eğlencelidir. Bazı insanlar uzun zamandır bu yolculukta,ve soruyorlar: Bu gerçek mi, yoksa yalnızca bir gezinti mi?; ve diğer insanlar hatırlatıyorlar ve diyorlar ki :“Bu yalnızca bir gezinti”. 





Karma, Kader ve Özgür İrade

 Bana “Acaba yaşadıklarımız karma mı, yoksa kısmen karma mı?” diye soruyorlar. Ben buna kader ve özgür irade diyorum çünkü her ikisi de işliyor.

Diyelim ki insanlar arabaların yollardaki davranışlarını inceliyor. Bazı insanlar diyor ki: “Arabalar nereye gitmek istiyorlarsa oraya gidiyor, yani özgür iradeleri var.” Diğerleri de diyor ki: “Hayır, arabayla ilgili ne oluyorsa, arabanın içindeki karmaşık bir şeyler arabanın nereye gideceğine karar veriyor. Özgür irade ise çok saçma bir şey çünkü arabayla da olsa her yere gidemezsin. Örneğin, arabayı yolun sadece bir kenarından sürebilirsin. Arabayla ormanlardan, nehirlerin üstünden geçemezsin. Dolayısıyla kesinlikle özgür irade diye bir şey yoktur.”

Uygulamada nereye gitmek istediğimize çoğunlukla karar verebiliriz ama tabi ki birçok limiti var. Varsayalım ki günlerden pazar ve ben arabada kayınvalidemle bir toplantıya gidiyorum. Hiç de özgür irade gibi hissetmiyorum ama bütün bunlara rağmen gidebilirim veya gitmeyebilirim. Aslında karma hemen hemen böyle işliyor. Sizi belki de çok gitmek istemediğiniz yerlere götürüyor ama kesinlikle, mutlak bir programla değil.

Karmayı muhasebe kavramından daha iyi hiçbir şey anlatamaz. Negatif ve pozitif karma muhasebedeki borçlar ve alacaklar gibidir. Ben genelde pozitif karmaya dharma[1]diyorum. Hayatımızda borcu ve alacağı, yani iyi ve kötü şeyleri dengeye getirmeye çalışırız. Dolayısıyla hayatınızı gözden geçirmek, muhasebe defterini dengelemek ya da dengelenmesi için neyin gerekli olduğunu keşfetmek gerekir.

Negatif karma başka şekillerde de algılanabilir. Diyelim ki bir çocuğa çarptım, çocuk öldü ve ben başıma geleceklerden koktuğum için kaçıp gittim. Ama bütün hayatım boyunca da bunun suçluluğunu çektim. Ölüm anında bütün hayatımı gözden geçirip, yaptığım şeyi fark edip bunun bedelini ödemek istiyor olabilirim. Yani kendime “Bunu telafi etmeliyim,” diye zihinsel bir not düşmüş olabilirim. Ancak “Anne baba gençti, bir çocuk daha yaparlar, ne olacak ki?” de diyebilirim. Öldükten sonra da bu dar bakış açısında ısrar edersem bunu bir sonraki hayatıma taşıyabilirim.

Peki, bir sonraki hayatımda bunu nasıl telafi edeceğim, nasıl dengeleyeceğim? Başka biri benim çocuğumu mu öldürecek? Düşünsenize, bu sürekli tekrarlanan bir şey olabilir. Sadece ve sadece ben sorumluluğumu almayı tamamen reddedersem böyle olması mümkündür. Eğer durum böyleyse ben de aynı benzer deneyimden geçeceğim demektir ama aynı zamanda başka bir sonuç olması da muhtemel. Örneğin, araba kullanmakta çok cesaretsiz olabilirim, cesaret geliştirmek zorunda olabilirim. Ya da bu anne babaya bir sonraki hayatımda iyi bir şey yapmam gereklidir veya ölen çocuğun ruhu için bir şey telafi etmem gereklidir. Yani değişik olası seçenekler var. Yani karma aslında bitmemiş olan her şeydir, yüzleşmek istemediğimiz her şeydir. Dolayısıyla da bir sonraki hayatta, o enerji benim kontrolüm dışında olarak tekrar ortaya çıkıyor. Söylediğim her şeyle ilgili 15-20 örnek verebilirim ama çok zaman alır.

                Karma Otomatik Değildir

KARMA, birini öldürürsem bir sonraki hayatta o da beni öldürür şeklinde değildir. Aynı zamanda cezalandırmayla da bir ilgisi yoktur. Bunu bir eğitim süreci olarak düşünürsek bazen insan bir şeyi öğrenmeye o kadar çok direnir ki o zaman zorla öğretmek gerekebilir ama bu bile bir cezalandırma değildir. Yani karma yasaklamalar, engellemeler, cezalandırmalar ya da kurtulmanız gereken bir şey değildir. Ruhun evrimleşmesi sürecinde karmadan kaçış yoktur.

Karmadan kaçma konusunda Caynacılar (Jainizm) şöyle der: “Nereye bastığına dikkat et, karıncaya bile basarsan bu karma yaratır, geri gelmek istemiyorsan karıncalara bile basma.” Şahsen ben bu yaklaşıma katılmıyorum. Ruhlar reenkarne olarak, çok çeşitli deneyimlerden geçerek, yaşayarak öğrenir. Karmadan kaçmanın en iyi yollarından biri yukarıda kalıp buraya gelmemektir. Hiçbir şey yapmamaktır ki bu varlığı geliştirmez. Varlıklar dünyaya gelir ama bazı borçlar da çok üretkendir. Yatırım denilen şeye neden olur. Karmadan kaçmak demek hayattan da, deneyimden de kaçmak demektir. Bana göre karmadan kaçmayı istemek Tanrı’dan kaçmayı istemektir. Ben bunun ilahi olarak tasarlanmış bir süreç olduğuna inanıyorum.

                          Kader Nedir?

Hayatımızda bir şeyler oluyorsa ve bunların üzerinde bir kontrolümüz yoksa bu kaderdir. Ölümden sonra aynaya bakmayı reddetmek, yani yanlış yaptığımız şeyle yüzleşmeye hazır olmamak ya da yüzleşmekten kaçınmak kaderimizi oluşturur. Bazen varlık kendi düşüncesine sabitlenir ve başka olasılıkları görmek istemez. Bu da bizim kaderimizi şekillendirir. Örneğin, umutsuzum ama aynı zamanda öfkeliyim ve kendimi öldürüyorum. Muhtemelen aynı duygularla tekrar dünyaya geleceğim, aynı şekilde umutsuzluk ve öfkeyi tekrar yaşayacağım. Eğer kaderi istemiyorsanız aynaya bakın, yani kendinizle yüzleşin, davranışlarınızın sorumluluğunu alın. Görmemezlikten gelebiliriz, aynadan kaçınabiliriz, orada aynalar olduğunu bilir ama bakmayı reddedebiliriz; böylece de kaderimizi yaratır ve yaşarız.

Bu süreçte özgür irade nereye kadar diye sorabiliriz. Aynaya baktığımız kadar, derim. Yaptıklarımız ve yapmadıklarımızla yüzleştiğimizde özgür irademizle ona karşılık verebiliriz. Hayat planlarımızı yaparken diğer insanlarla fikir alışverişi yaptığımızda ve onları duyduğumuzda da özgür iradeyi kullanmış oluruz. Bu insanlar genelde bize en yakın olan ruhlardır, aynı zamanda reenkarne olup dünyada yaşarken de karşılaştığımız ruhlardır. Bazı ruhlar ise rehber olarak sizinle hayat planınızı konuşup tartışırlar. Sizin ihtiyaçlarınıza uygun olarak bunu nasıl yapacaklarını çok iyi bilen ruhlardır.

                       Kadersel Özgür İrade

Kendi seçimlerimiz  nedeniyle kadersel sonuçları olacak şeyler yapıyoruz. Örneğin, aynaya bakmamaya karar verdiğimiz an, aynaya bakma seçeneğimiz olduğu halde kullanmamış oluyoruz. Yani özgür irade nedeniyle aynaya bakmamayı seçtiğimizde, özgür irade ile kaderi alıyoruz. Mesela, bize tavsiye veriliyor ama tavsiyeyi dinlemeyip kendi dürtülerimizle hareket ediyoruz. ‘Hayır, onu yapmayacağım, ben bunu yapmak istiyorum,” diyoruz. Böylece özgür irade ile seçimimiz kaderimiz oluyor.

Örneğin, kızın ailesi, “Lütfen, bu korkunç adamla evlenme!” diyor. Ama kız belki de sırf onlar “Evlenme!” dediği için bu adamla evleniyor ve kötü bir evlilik yaşıyor. Anne babalar da hatalı olabilir elbet ama bazen de haklıdırlar. Dolayısıyla bu kız gibi özgür irade nedeniyle kendi kaderinizi yaratırsınız. Ya da diyorlar ki “Bu yola giderseniz hapse atılırsınız.” Ben o yola gidiyorum ve hapse atılıyorum. Bu kader mi, özgür irade mi? Ben bunu kadersel özgür irade diyorum. Örneğin, zenginim ama para çalıyorum, bu hayatta da parayla ilgili problemim oluyor. Hatta birkaç durumda para kaybediyorum ve bunun geçmişte para çaldığım için olduğunu kabul etmiyorum. Dolayısıyla eskisine göre daha da fazla para takıntılı oluyorum ve karmam karmaşık hale geliyor.

Yani karmayı da, dharma’yı da hayatımız boyunca göz ardı edersek karmamız komplike hale gelir. Örneğin, küçük yaştan itibaren muhteşem çizim yeteneği olan bir kadın var diyelim. Çizim yeteneği onun dharma’sı. Herkes onun akademiye gitmesini istiyor, o ise “Hayır,” diyor ve o yeteneğini kullanmıyor. Ölüp de öteki tarafa gittiği zaman ilk soru “Neden çizmedin?” olur.

Ya da diyelim ki bir varlık birkaç hayat boyunca zayıf ve çirkin bedenlerle yaşıyor. Sonraki hayatında çok sağlıklı ve yakışıklı bir bedeni oluyor ama içki içerek vb. bedenini istismar ediyor, zarar veriyor. Yani bedenini kullanırken kadersel özgür iradeyi kullanıyor. O halde yeteneklerimizi, becerilerimizi kullanmamak da kadersel özgür irade oluyor.

                                 Vaka

Yirmi, yirmi bir yaşlarında genç bir kadın geldi. Yüzündeki etler yanmaktan dolayı korkunç görünüyordu. On yaşındayken bir gaz patlaması olmuş ve ateş topunun içinde kalmış. Bütün saçı ve yüz derisi yanmış. Sadece sırtından beline kadarki kısma bir şey olmamış. Sırtındaki sağlam deriyi alıp yama yapmışlar ancak bir buçuk yıl boyunca çıplak olarak acılar içinde asılı tutmak zorunda kalmışlar. Tuvaletini bile bu şekilde yapmış.

On yedi yaşında seks yapmak istemiş ama korkunç göründüğü için tek bulabildiği adam da aynı şekilde korkunç görünen biriymiş. Seks onun için çok acılı olmuş, adam da çok pismiş, bu adamla birlikte olduğu için kendini kirlenmiş hissetmiş, bir süre sonra doktora gittiğinde vajinada ülserler oluştuğunu öğrenmiş. Cerrah bu ülserleri yeterli anestezi kullanmadan yakmış ve kadın bu sefer de dayanılmaz bir iç yanması yaşamış. Vajinasından dumanlar çıktığını görmüş. Bir süre sonra ülser iyileşmiş ama bu sefer de her seks yaptığında vajinasında bu yakıcı acıyı hissetmeye başlamış. O noktada diyor ki: “Artık böyle yaşayamam, bir şeyler yapmam lazım.” Ve terapi için bana geliyor. İlk seansta sakinleştirici, dinginleştirici bir çalışma yaptım. Sonraki seansta gerçek bir regresyon yaptık.

Şimdi bu, karma mı özgür irade mi?Sanırım hiç birimiz bunun özgür irade ile seçilebileceğini düşünmüyoruzdur. “Gözlerini kapat ve bunu neden yaşadığını belli edecek zamana ve mekana git,” diyerek yönlendirdim. 1690’lı yıllar, İngiltere ya da Amerika’da erkek olarak yaşadığı bir hayata gitti. Şapkalı, tipik bir püriten olarak buldu kendini. Kilisede her zaman en ön sırada oturuyordu ve cehennemde yanmaktan bahseden rahipten bile daha Hristiyan, daha katıydı. “Evli misin?” diye sordum. “Hayır,” dedi. “Neden evli değilsin?” diye sorduğumda “Kadınlar Tanrı’dan korkmazlar, Tanrı’ya saygı duymazlar,” dedi. “Nereden biliyorsun?” dedim. “Aralarında konuşuyorlar, gülüşüyorlar, hiç ciddi değiller, bir keresinde kilisede vaaz sırasında bir kız kıkırdıyordu, onlar şeytanın takımında,” dedi.

“Peki, hayatında bir kadının Tanrı’dan en az korktuğu bir davranışına git,” dedim. Bir partiye gitti, kadınlar dans edip şarkı söylüyorlardı. İlahi değil de neşeli şarkılar söylüyorlardı ve şoka girdi. Bir kız erkek arkadaşıyla dans ederek dönüyordu, aşıktı, mutluydu, bir an o aşık kızla göz göze geldi. O anda mutlu, aşık olan kızın gözlerini görmekten çıldırdı, müziği durdurdu ve orada olan bütün kadınlara, kızlara lanet etti. “Her biriniz sonsuza kadar cehennem ateşinde yanacaksınız!” dedi. Bu adam aynı zamanda o kızlardan birkaçını cadılıkla suçlayanlardan biriydi ve kızlar yakıldığında da oradaydı.

“Peki, şimdiki hayatınla o hayat arasında bir bağlantı var mı?” dedim. “Bu hayat o hayatın sonucu,” dedi. Bu hayatındaki korkunç acıların o hayattan kaynaklandığını fark etti. O lanetin enerjisini kendi üzerine geri almak için bu hayatında bu korkunç ateş topunu deneyimlemeye karar vermişti. Hayat planını yaparken diğerleri de ona “Bunu yapma, bu çok fazla, çok aşırı,” demişler. Ama o “Bunu yapmak istiyorum, buna karar verdim,” demiş. Çok katı bir Hristiyan olduğundan dolayı kendi kötülüğü için en uç cezayı çekmek istiyordu. Kararı konusunda çok güçlü bir dürtüsü vardı. Bu dürtüyü nasıl adlandırabiliriz? Ne diyebiliriz? İşte bu özgür iradeydi, kadersel özgür iradeydi ama aynı zamanda körlüktü.

Üçüncü seansta vajinadaki yakıcı acı artık yoktu ve dedi ki: “İlişkimi bitirdim. Beklemek zorunda kalsam bile daha iyi bir insan bulacağım.” Ondan sonra da hayatıyla ilgili, ne yapacağıyla ilgili birkaç seans daha çalıştık. Bu arada umarım lanetleri etmemeniz gerektiğini anlamışsınızdır.

                                   Yeniden Doğmak, Geri Gelmek Ne Demektir?

Ölümden sonra uyuyorsanız, yani bilinç olarak farkındalık düşükse yeniden doğmak yeni deneyimler kazanmak demektir. Ve birkaç hayat sonra birdenbire kendinin farkında oluyorsun, yani uykudan uyanıp olup biteni fark etmeye başlıyorsun. Ondan sonra da kendi gelişimin açısından tamamen başka bir evreye geçiyorsun.

Peki, insan nasıl oluyor da böyle birdenbire kendinin farkında oluyor. Diyelim ki savaş zamanı ve ailenin bir gemiyle kaçması gerekiyor. Anne gemide çocuğunu kaybediyor ve onu bulmak istiyor. Maalesef çocuğunu bulamadan ölüyor ama zihninde hep şu düşünce var: “Çocuğum nerede, onu bulmam lazım, onu aramam lazım.” Öldükten sonra bir süre uykuda kalıyor ama “Çocuğumu bulmak zorundayım,” düşüncesini hatırladığı anda ölümden sonraki kendinin farkında oluyor.

Ölümden sonra uyanan insanlar yeniden doğma şansı olduğunu görüyor. Yeniden doğarak yeni deneyimler, başka olasılıklar üzerinde çalışıyorlar. Diyelim ki çok iyi bir evliliğiniz vardı, “Tekrar evlilik yapalım ama bu sefer cinsiyetlerimizi değiştirelim,” diyorsunuz, “evliliğin bu sefer de iyi olacağını garanti edemem.” Ölümden sonra yeni bir hayata tekrar doğmak, daha önce çözülememiş olan problemleri çözmek için yeni bir şanstır.

                             İnsanlar Neden Reenkarne Olur?

Bana göre hayatın genel amacı büyümek, deneyim kazanmak ve gelişmektir.Enkarne olmak, deneyim kazanmak, öğrenmek ve gelişmek için sizi insan bedenine zorlar. Fiziksel bedende olmak, fiziksel bedene sahip olmadan deneyimleyemeyeceğiniz deneyimleri sağlar. Bedensel duyularımız olan görmek, duymak, hissetmek de en sonunda kendimizin farkındalığını kaçınılmaz hale getirir.

Enkarne olmak cezalandırılma veya bedene hapsolma değil de bir çeşit iskele kurmaktır. Hani ev inşa ederken iskele kurulur ya onun gibi. Bedendeyken sinir sistemimiz iskeleyi oluşturuyor, yani kendimizin farkında olmamıza yardımcı oluyor. Bazı ruhlar o kadar uykudadırlar ki uyanmak için enkarne olmaları gerekir. Ve birbirini takip eden hayatlar boyunca ruh büyür. Ruh büyüdükçe sinir sistemimiz olmadan da kendimizin farkında olabiliriz. Kendimizin bir kere farkında olduğumuzda reenkarne olmadan da gelişebiliriz. Dolayısıyla reenkarnasyon ruhun tekamülü, ruhun evrimleşmesi gibi gözüküyor. Öğreniyoruz, gelişiyoruz ve evrimleşiyoruz. Bazen geriye düşüyoruz ama temelde gelişim çizgisi yukarıya doğrudur. Ruh büyüdükçe, tekamül ettikçe:

Gelişen zihinsel kapasite: Zeka, bilgi, anlayış, içgörü ve bilgelik.

Büyüyen duygusal kapasite: En önemlisi empati, şefkat, neşe, huzur, sevgi, kendine güven, özgürlük, sorumluluk

Hareket kapasitesinin artması: Yapmak, işlemek ve yaratmak.

Ben bir ruhun birçok kere enkarne olmadan yaratmayı öğrenebileceğini düşünmüyorum. Birkaç hayat boyunca rehberlerimizin yardımıyla hayatımızı planladığımızda bir an gelecek ki artık hayat planımızı kendi kendimize yapmamız gerekecek. En sonunda da reenkarne olmaya ihtiyacımızın olmadığı veya reenkarne olmayı istemediğimiz bir noktaya ulaşılacak. Benim anlayabildiğim bu.

Alıntıdır:Hans Tendam’ın 14 Aralık 2012’de BİLYAY Vakfı’nda verdiği konferanstan özetleyen: Fadime Çelik.




Spiritüel Farkındalık

Spiritüellik güçlü bir ilkedir. Spiritüelliği din ile ka­rıştırmamak gerekir. Spiritüellik, yani ruhanilik, sizin Yaratıcı Kay­nağınızla olan teke tek içsel ilişkinizdir. Din, tüzel bir varlık haline geldiğinden, dogma ve itaat, bireysel keşifler üzerin­de öncelik kazanmıştır. Topluluklar, hepsi Tanrı adına olmak üzere, korku ağırlıklı olarak anlamsız ritüellere koşullandırıldılar. Örneğin; Buda'nın temel hedefi, dogma ve kurallar aşılamak değil, insanın kutsallığını hatırlamasına yar­dımcı olmaktı. Dinler, modern dünyaya değer katmak için, gerçek­ten güncellenmeli ve değişmelidir. Tüm ibadet yerleri ve kutsal mekânlar, kendini güç kazanmaya adamış bireylerden oluşan bir bilinç laboratuvarı ola­bilmelidir. Böylece bireyler, geçmiş günlerin âlimlerini çalışmak yerine, önce­likli olarak âlim olma hedefine sahip olacaklardır.

"Siz, ruhsal deneyim yaşayan bir insan değil; insani deneyim yaşayan bir ruhsunuz." Siz, spiritüel bir var­lık, Yaratıcı Kaynağın ve Gücün bireysel var oluşusunuz, sizin kimliğiniz budur. En büyük günah, kutsallığınızı sorgula­maktır. Ruh her zaman daha büyük bir ifadeye açılan varlıktır ve sizin bura­da bulunma amacınız, ruhsal bir varlık olarak genişlemek ve bü­yümektir. Ortalama bireylerin sıkça karşılaştığı durumlardan biri, kim oldukları ve dünyanın ne olduğuyla ilgili yanlış bir tanım ve odak noktası ile yaşıyor olduklarının farkına varmalarıdır.

Yaşamınızı sürdürebileceğiniz üç halka vardır. Gücün ilk halkası, gayri ihtiyari bir dünya ve içinde bulundur­duğu tüm somut varlıklardır. Bu dünyada yaşamak doğal ve nor­mal görünse de, ayakta kalmak inanılmaz bir güç gerekti­rir. Bu kadar kolay görünmesinin sebebi, doğduğunuz andan iti­baren dünyayı gözlemlemeye koşullandırılmış olmanızdır. Dünyayı, ilginizle ayakta tutarsınız, ilginiz ka­yarsa, sizin bildiğiniz dünya da sarsılır.

Gücün ikinci halkası, Ruhun soyut dünyasıdır. Bu alışıl­madık bilinç dünyasına insan, enerji çoğaltımıyla girmeyi öğrenir. İkin­ci halkanın diyarını keşfetmeniz için size yardımcı olacak pek çok uygulama vardır, ama bunu başarmak, inanılmaz bir odak ve di­siplin gerektirir. Gücün üçüncü ve son halkası, iki dünyayı kaynaştırabilme be­cerisidir. Bu üçüncü safhaya eriştiğinizde, iradeniz ve isteğinizle ikisinde ya da herhangi birinde yaşayabilme becerisine sahipsiniz demektir.

Modern bilim şimdi, mistiklerin yüzyıllardır bildikleri şeyi onaylıyor. En büyük hata, sizin somut fiziksel bir varlık olduğunuz inan­cıdır. Fizikçiler, somut olarak görünen şeyin, tam olarak 99,99999 boşluk ya da Ruh olduğunu onaylıyor. Örneğin, bir za­manlar atomun katı olduğunu düşünmüştük. Şimdi, bir atomun bir futbol sahası genişliğinde büyütüldüğü takdirde, elektronların stadyumun etrafında uçuşan pirinç taneleri ile atomun çekirdeği­nin bir pirinç tanesi olacağını biliyoruz. Anlaşılan o ki, geriye pek çok boş alan kalıyor.

Büyük ustalar kendilerini, daha büyük bir enerji alanında işlev yapan enerji alanları olarak görürler. Güç, toplayabildiğiniz, yoğunlaştı­rabildiğiniz ve artırabildiğiniz enerji miktarıyla ölçü­lür ve yapabildiğiniz seviye ve derece, sizin kişisel gücünüzü be­lirler. Enerjinizi, daha yüksek bir frekansa ve sürate ulaştırmak için, çok daha yüksek bilinç seviyelerine ihtiyaç olacaktır. Yüksek sonsuz benliğinizle direkt bir ki­şisel deneyim yaşamadan sonsuz olduğunuzu bilemezsiniz. Spiri­tüel gelişime en büyük katkı, bilincin alışılmadık hallerinin içinden geçmektir. Sadece bu şekilde sınırlı, fiziksel benliğinizle ayrışmaya başlarsınız. Kendinizi gücün ikinci halkasına dâhil etmeniz gere­kir. Toplu bilinç ilerlemesi olarak gelişme umudu taşıyan her spi­ritüel yasa, önce ikinci halkayı benimsemelidir.

Spiritüel yasalar, kendi kimliklerini her şeyin başı ve sonu ye­rine, araştırma merkezleri; daha yüksek bir bilinç seviyesinin kişi­sel keşif ve tecrübesine odaklı bir laboratuvar olarak görmelidir. Tüm önemli öğrenme yasaları gibi, spiritüel araştırma merkezleri, kendilerini gereksiz kılmaya çalışmalı. Özgürlüğü ve kendine dayanmayı öğretmeyen her yasa, hatalıdır. İnsanın sonsuz spiritüel kavram­ları korkuyla açıklaması, insanileştirmesi, sınırlı aklından geliyor. Gücün ikinci halkası, ruh dünyasına bir adımdır. Bu adım, tüm gelenek ve âlimlerin söylediği, daha üstün bir sevi­yedir.

  • Cennet kelimesi, anlamı "genişleme" ya da "genişlemek" olan, Yunanca "ouranos" kelimesinden gelir. Bu yüzden insan aklı­nın bulutların üzerinde bir yere dönüştürdüğü cennet, aslında genişleme anlamıdır. Diğer bir deyişle, kendi kişisel bilinç ve gücü­nüzün evrimi ve genişlemesidir. İsa'nın söylediği şudur: "Cennetin krallığı içimizdedir" ve "Cennetin krallığı elimizdedir." Her iki ifade de, açıkça içsel gü­cünüze ulaşmanız gerektiğini ifade eder; Tanrı ruhtur ve bu ruh içimizdedir. Sizin temel kimliğiniz ruhtur; geldiğiniz yerden dolayı, bu formdan başka bir şey olamazsınız. Tüm bunların başlangıcı ruhtur ve sonuç olarak siz tüm kişi ve şeylerle birsiniz. Yaşamınızda daha fazlasına mı sahip olmayı seçiyorsunuz? Daha güçlü olmak mı istiyorsunuz? Öy­leyse, kaynak içinizde ve ona erişmek için önce kendi kimliğinizin farkına varmalısınız. Siz, genişleme görevinde spiritüel bir enerji alanısınız. Spiritüel kimliğinizin farkına varın ve gücün ikinci hal­kasına adım atın. Sonrası size verilecektir.

Alıntıdır :James Arthur Ray, Practical Spirituality

           "Siz, ruhsal deneyim yaşayan bir insan değil; insani deneyim yaşayan bir ruhsunuz.".     
                 
                                                         Olmayan şeyi Düşünemezsin




Yasam birnevi deneyim asamasidir. Sizin içinizdeki enerji (ruh) olumsuzdur. Varolus'un asil sebebi: Evrimlesmektir. Seviyeniz yuksek ise Melek (insanlar'a yardim eden varliklar) olabilirsiniz, seviyeniz dusuk ise (yasaminizda kotu biriyseniz) surekli reenkarnasyon surecine girersiniz. O yuzden kotulugu birakmalisiniz. Unutmayin! onceki yasaminiz sonraki yasaminizi etkiliyor. Unutmayin; ustun varlik olma yolculugunuzda tek basinizasiniz, isyan ederek kendinize zarar verirsiniz. Hemen harakete geçmeli ve kendinizi bu, izdiraptan, kurtarmalisiniz. Sizi, siz kurtarabilirsiniz, baskasi deil.

Ayrıca, bkz: 
bilgikitabi.net